Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda açıklamalarda bulundu. “DEM Parti uzattığım eli sabote etmemeli” diyen Bahçeli, “DEM Parti’ye uzattığım el yanlış yorumlanmasın. Uzattığım el, hesapsız bir eldir. Samimi ve iyi niyetli bir eldir. Elimi devlet ve millet için uzattığımı herkesin bilmesinde yarar olacaktır. Biz elimizi bir süreç için değil kardeşlik ve kaderdaşlık için uzatırız” ifadelerini kullandı. Bahçeli, “Devletin terörle masaya oturmasını hiç kimse, hiçbir şart altında beklemesin, aklından bile geçirmesin. Kana değil kardeşliğe susadıklarını göstersinler” dedi.
İşte Bahçeli’nin açıklamalarından satır başları:
Bizim istikbal vizyonumuz, Türk milletinin dünya üzerinde olmasını arzuladığı en üst mertebeyi hedef alan ve uzun vadeyi kapsayan ufuk ötesi bir menzilin arayışıdır. Asıl mesele önümüzde perde perde açılan ufuk çizgisine odaklanmak değil, ufkun ötesine bakabilmek, bu suretle muhtemel fırsat, mükafat ve müşkülatları zamanında öngörebilmektir.
Bu yüksek öngörü seviyesinin şükranla anılan misallerini milli abidemiz olan Orhun Yazıtları’ndan itibaren tarihimizin kilometre taşlarında görmemiz mümkündür. Aziz Atatürk tam da bu düşüncelerimizi veciz bir sözüyle bakınız nasıl teyit etmişti: “Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır.”
Uzakları yakınlaştıran, uzayan mesafeleri kısaltan, risk ve tehditleri doğru okuyan, çağların üzerinde fikir kanatlarını açıp zamanı bütün zaviyelerinden kuşatan inanmış milli yürekler tarihe derin izler bırakmaya daima namzettir. Bunu yapabilmek için evvela sağlam ve sağlıklı bir tarih şuuruna ihtiyaç olduğu elhak tartışmasızdır.
Ne söylüyorsak, hangi uyarıları yapıyorsak, bilinmesini özellikle temenni ederim ki, mutlaka tarihi kaynakları ve haklı gerekçeleri vardır.
Toplumların üretim ilişkileri nasıl ki beceri geleneğine dayanıp, kuşaktan kuşağa aktarılarak bir işkoluna veya sanata dönüşüyorsa, milli hafızaya kazınmış pek çok hadise de aynı şekilde aktarılır ve tarih şuuru beslenir.
Yaşanan milli tecrübelerin kılavuzluğuyla yozlaşmayı sileriz, yokuşları ineriz, yönümüzü belirleriz, yükümüzü hafifletiriz, yürüyüşümüzü emniyetli şekilde temin ederiz.
Bizim yolumuzu çizen hem yaşadığımız hem de hafızamızda taşıdığımız vatan coğrafyası, bağrından çıktığımız Türk milleti ve tarihin bin bir facialarını kaydeden ıstıraplı sayfalarından elde ettiğimiz doğru sonuçlardır. İktisat teorisinde anlatıldığı üzere, marjinal büyüme gayri ekonomik hale gelmişse, öne çıkan zenginleşme değil, yoksullaşmadır. Halbuki milletlerin hayatında istikrarlı büyümenin ve imrenilecek hedeflerin marjinal temelde izahı yapılamaz ve buna dair hiçbir sınır da koyulamaz. Hatta sürekli büyüme halinin, sonlu bir gezegenin ekolojik limitlerine çarpmadan nasıl ve ne zamana kadar devam edeceği de uzun zamandır sorgu altındadır.
1970’li yıllarda Roma Kulübü’nün başını çektiği işbu sorgulamanın mihrakında şanslı azınlıklar, gelir ve servet yığılmasıyla öne çıkan gelişmiş ülkeler değil, tam tersine azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler yer almıştır. Ekonomiden siyasete, enerjiden eğitime, teknolojiden ticarete, sanattan spora, tarımdan sanayiye, sağlıktan turizme, bilimden kültürel hayata, güvenlikten silah endüstrisine varıncaya kadar dünya hakim güç ve çevrelerin tek yanlı dayatmasına çok tehlikeli şekilde maruz kalmıştır. Adaletsizliğin kökleşmesi, ahlaki iflas, manevi erime, insani felaket yer kürenin her köşesine nüfuz etmiş ve saltanat kurmuştur.
“İsrail tehdidinde tüm eşikler aşılmış, sözün hükmü hepten aşınmıştır”
Zora ve zorbalığa dayalı haksız güç kullanan mütehakkim ülkelerin suçu ve suçluyu, caniyi ve cinayeti kayıran sübjektif hukuk dalaveresi, güçsüzlerin haysiyeti ve insan hakları üzerine katliam şantiyesi kurmuştur. Katliam makinesi, soykırım çetesi Siyonist barbarlığın bugüne kadar durmayışı, insanlık adına ve uluslararası hukuk namına hiçbir tazyik, tenkit, telin ve telkine aldırmaması yalnızca bir utanç anıtı gibi karşımızda değil, azami ölçüde uyanık olmamızı gerektiren ibret verici bir saldırganlık ve haydutluk anarşizmidir.
İsrail tehdidinde tüm eşikler aşılmış, sözün hükmü hepten aşınmıştır. Bilindiği üzere, Lübnan’da konuşlu bulunan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü, bölge güvenliğine destek amacıyla faaliyetini sürdürmektedir. İsrail öyle bir aşamaya gelmiştir ki, bir yanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni istenmeyen adam ilan ederken, diğer yanda Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’ne periyodik saldırılar düzenlemektedir. Bu durum bir cinnet halidir.
Otokontrolünü kaybeden sözde bir devlet şiddetin bütün düğmelerine gözü kapalı halde basmaktadır. Sözde devlet diyorum, çünkü İsrail uluslararası hukukun evrensel ilkelerine göre devlet olma vasfından hızla kopmuş, bir cinayet aygıtına, bir ölüm mangasına, bir terör örgütüne dönüşmüştür. Batı Şeria ve Gazze’den sonra Lübnan’ın işgal ve yıkım planı sistematik olarak devam etmektedir. İsrail’in hiçbir yaptırım ve cezai takibata uğramaması, alçaklığının, korkunç azgınlığının, hak ve hukuk tanımayışının başlıca motivasyonu ve moral deposudur.
“Birleşmiş milletler derhal kuvvet kullanmalı”
Birleşmiş Milletler aciz, atıl, dilim varmıyor söylemeye ama korkaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kahredici sessizliğe ve tepkisizliğe gömülü vaziyettedir. Uluslararası toplum derhal harekete geçmelidir. İslam ülkeleri üç maymunu oynamaktan vazgeçerek ahlaki tavrını ve tarafını erdemli ve eylemsel adımlarla berrak şekilde göstermek durumundadır. İsrail Maliye Bakanı, vaat edilmiş topraklar ve büyük İsrail hayalini anlatırken hedef ülkeleri tek tek sıralamış; Suriye, Irak, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan’ı direkt rencide etmiştir. Anlaşılan bu nobran itiraf bile henüz müessir bir uyanışı tetikleyememiştir.
Elbette böyle gidemez, akan kana hiçbir surette seyirci kalınamaz, insanlık vicdanının heder ve helak olmasına daha fazla iradesiz durulamaz. Tekrar ifade ediyorum, Birleşmiş Milletler derhal kuvvet kullanmalı, suçlular tarih ve adalet önünde cezalandırılmalıdır.
İsrail’in savaşı bölgeye yayma hamleleri, Lübnan’dan sonra Suriye’yi işgal hevesleri, üstüne basa basa ifade ediyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti ve mazlum milletler aleyhine çok ciddi bir güvenlik tehdididir. Bu gidişle sınırlarımıza dayanması kuvvetle muhtemel olan Siyonist saldırganlığın ve arkasındaki küresel emperyalizmin asıl gayesi bellidir, herhangi bir ihmal ve kayıtsızlık ağır bedellere kapı aralayacaktır.
“CHP’nin durduğu yer Türk milletinin durduğu yer değildir”
Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin gelişmeler karşısındaki ilkesiz, ilgisiz, ikircikli ve iltihaplı siyaseti gerçekten de endişe verici boyutlardadır.
Mahalle yanarken CHP’nin ısrarla havanda su dövmesi, kaçak güreşmesi, polemik ve dedikodu çarkını süratle çevirmesi ayıplı bir siyasetin ucuz numaralarından başka bir şey değildir.
Normalleşme çığırtkanlarına samimi bir hatırlatma yapmanın vakti sanıyorum gelmiştir. Hiç kimse unutmasın ki, hakiki normalleşme 1999 yılında kurulan 57’inci Cumhuriyet Hükümetiyle vücut bulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi’yle Demokratik Sol Parti’nin koalisyon hükümetinde buluşması, o güne kadar devam edegelen ideolojik katılıkları ve siyasi karşıtlıkları yumuşatmakla kalmadı, milli birlik ve dayanışma hissiyatını perçinledi. Yıllarca kuzey-güney kutbu gibi ayrı düştüğümüz siyasi bir gelenekle deyim yerindeyse Türkiye ve Türk milleti ortak paydasında el ele vererek hizmet etmedik mi? Karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde normalleşmeyi kuvveden fiile geçirmedik mi? Ucuz normalleşme teklif ve temennileri bize kalırsa maksatlıdır, nihayet bu mevzu 25 yıl önce samimi tokalaşma ve kucaklaşmayla zaten halledilmiş ve yeni normal tezahür etmiştir.
Normalleşme takıntısı içinde olanlara diyorum ki, geçin bunları geçin, zahmet edip siyasi tarihimizin sayfalarına bakın, orada aradığınızı mutlaka bulacaksınız. Geçtiğimiz hafta Salı günü, İsrail saldırıları ve Ortadoğu’daki gelişmeler kapsamında Meclis Genel Kurulu’nda yapılan kapalı oturumdan hemen sonra Özgür Bey’in açıklamaları ucuz olmasının yanında ileri derecede sorumsuzluk ve savrukluktur.
Muhalefetin Türkiye’ye yabancılaşması, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan dönemde hezeyan nöbetine girmesi siyaset ve demokrasi hayatımız içim vahim bir sancıdır. Daha kötüsü ise, Özgür Bey’in yanından hiç ayırmadığı, ikili görüşmeleri kimlerin namına kayıt altına aldığı meçhul ve muamma olan bir eski büyükelçinin milli gerçeklerle çatışan sözleridir.
Hükümetin İsrail ve ABD karşısında ortaya koyduğu tavrı, Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine ihanet sayan, Türkiye’nin güvenlik kaygısını saçma bulan malum süzülmüş monşerin İsrail’in diplomatik misyon temsilcisi gibi konuşması şayet mankurtluk değilse, biliniz ki müptezelliğin daniskasıdır. İsrail ve sırtını dayadığı ülkeler terörizmin ana sponsorudur.
Bunu yok saymak demek köleliğe razı olmak, küfre diz çökmek, zillete yaka iliklemek demektir.
CHP’nin durduğu yer Türk milletinin durduğu yer değildir. CHP’nin baktığı yer Türkiye’nin milli hedefleriyle bir ve aynı değildir.
En temel milli meselelerde uzlaşmaya yanaşmamak, düşman emellerinin vatanımıza ulaşmasına aleni çanak tutmaktır.
Gerçi huylu huyundan vazgeçmez, ancak biz yine de CHP’den umudu kesmeyeceğiz, Türk milletinin ve Türkiye’nin yanında zoraki olsa bile makul bir pozisyon alacağı günleri sabırla bekleyeceğiz.
“İsrail’e karşı ortak direniş hattı kurulmalı”
Vakit kaybetmeksizin İsrail terör devletine karşı ortak bir direniş hattı kurulmalıdır. Birleşmiş Milletler operasyonel askeri gücünü sahaya yansıtmalıdır. Bunu bölge ve dünya barışı için acilen yapmalıdır. Eğer yapamıyorlarsa, geldiğimiz bu aşamada teklifim şudur: Muhatap ülkeler yeter ki gölge etmesinler, yeter ki çekilsinler önümüzden, yeter ki kapatsınlar gözlerini, ezcümle görsünler kahramanlığı, görsünler Ortadoğu’nun nasıl huzura kavuştuğunu, Türk mü yaman Siyonist eşkıyalık mı yaman tüm dünya şahit olsun.
Hizbullah’ın İsrail’in Hayfa kentinin güneyindeki askeri üssünü İHA’larla vurması çatışma sürecinin kızışacağının açık işaretidir.
Sadece Ortadoğu değil, dünyanın geneli bıçak sırtında, diken üstünde, belirsizliğin kapsama alanındadır.
Nitekim çok dikkatli olmamız gerekmektedir.
“Çatışmanın sonu, savaşın galibi yoktur”
Lübnan’da bulunan vatandaşlarımızın başarıyla ve zamanında tahliyesi de bugünkü sıkıntılı atmosferde milletimizi teselli eden bir gelişmedir.
Kuzeyimizde cereyan eden Rusya ile Ukrayna savaşı, güneyimizin baştan ayağa tutuşması, batımızda Yunanistan’ın yaygın tahrikleri, doğumuzda silahlı bölücü terörün iğrenç emelleri ehl-i vatanın ayağa kalkması için gerek ve yeter şartların sağlandığına en bariz delildir.
Milliyetçi Hareket Partisi hem içimizde hem de dışımızda barış havasının, barış kuşağının egemen olmasını iliklerine kadar arzulamaktadır.
Çatışmanın sonu yoktur. Savaşın galibi yoktur.
İsrail’in Ortadoğu’da tarihi bir hüsran ve hezimete mahkum olması kaçınılmazdır. 1967 sınırları temelinde, bağımsız, coğrafi bütünlüğüne haiz, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devleti mutlaka tanınmalıdır. İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözümün dışında da bir üçüncü yol bulunmamaktadır.