Türkiye, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yaşanan organize bebek ölümü skandalıyla sarsıldı. ‘Yenidoğan çetesi’ olarak adlandırılan bu yapı, SGK’dan sadece günlük 8 bin lira alabilmek için vahşi planını devreye soktu. Büyük yankı yaratan olay, prematüre bebek annelerinin yaşadığı acıyı da ikiye katladı. Başta bu çetenin eline düşenler olmak üzere prematüre bebek anneleri yaşadıklarını, El Bebek Gül Bebek Derneği Başkanı Psikolog İlknur Okay ise yapılması gerekenleri anlattı.
Milliyet.com.tr’den Melike Sarıkaya’nın haberine göre; Türkiye’nin vicdanını derinden yaralayan gerçek, geçtiğimiz günlerde gün yüzüne çıktı. İçerisinde doktorların, hemşirelerin yer aldığı yenidoğan bazı bebeklerin doğum sonrası yoğun bakım ihtiyacını fırsat bilen çete, bunu paraya çevirmek üzerine sistemini kurdu. Bu sisteme göre bebekler, uygun sağlık hizmeti alacakları hastanelere değil, 112 Acil Servisi ile ortak çalışan şüphelilerin seçtiği ve ‘örgüt adına kârlı görünen’ hastanelere gönderildi. Çetenin asıl amacı bebeklerin iyileştirilmesinden ziyade daha çok para kazanmaktı. Ancak enfeksiyona açık bir ortam olan yenidoğan ünitelerine yatırılan bebeklerden bazıları, normalden daha uzun süre yatılı kaldıkları veya hiç gereksinim yokken bu bölüme yönlendirildikleri için hayatını kaybetti. Masum yavruların trajik sonu ise birçok annenin, babanın kâbusu oldu. Yıllar sonra tüp bebek tedavisiyle dünyaya getirdiği evladını çeteye kurban veren annenin CİMER’e yaptığı şikayet ise acımasız tezgahın sonunu getirdi. Yaşanan bu dehşet, daha önce aynı hastanelerde evlatlarını kaybetmiş birçok anneye ‘Acaba benim çocuğumun ölmesinin sebebi bunlar mıydı, çocuğum eceliyle ölmedi mi?’ sorularını sordurttu. Bir camın arkasında evladından gelecek iyi haberi bekleyen prematüre bebek anneleri de bu sarsıcı olayla yaşadıkları zorlukları yeniden hatırladı. Acılı anneler Milliyet.com.tr’ye bu süreçte neler yaşadıklarını anlatırken, prematüre bebeklere ve ailelerine destek olmak için çalışmalar yürüten El Bebek Gül Bebek Derneği’nin başkanı Psikolog İlknur Okay ise aile merkezli yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin gereksimine dikkat çekti.
‘Bak gördün mü, çocuğuna kötülük yapıyorsun’
Haber basına yansıdıktan sonra derin bir üzüntü yaşadığını dile getiren ve bebeğini son anda vahşetin içinden kurtaran anne Sümeyra Oğuzhan kötü bir hamilelik yaşadığını aktardı. 28 yaşındaki Sümeyra Oğuzhan fark ettiği ihmaller sonucu 2023 yılının ağustos ayında yoğun bakımda yatan bebeğini son anda nasıl sıyırıp aldığını şu sözlerle anlattı:
“Devlet hastanesinde doğum yapmıştım. Yoğun bakımda yer olmadığı gerekçesiyle özel hastaneye sevk ettiler. İlk çocuğumdu, doktor ne dediyse onu yaptım. 3-4 dakika görebilmek için her gün gidip geldik. Benim kızım 30 haftalık doğdu ama durumu çok kötü değildi. 2 gün entübe kaldığını söylediler ama epikriz raporunda 7 gün entübe kaldığı ortaya çıktı. Daha sonra ben artık solunum desteğinden ayrılınca kızımı emzirmek istedim. Çünkü benden daha küçük haftalarda doğum yapan farklı hastanelerde arkadaşlarım vardı ve benden daha düşük haftada emzirmeye başladılar. Beni her gün arayan asistana emzirmek istediğimi söyleyince sürekli oyalıyordu. Bebeğin 37. haftadan önce emmeyi öğrenemeyeceğini çünkü beyin gelişiminin 37. haftada tamamlandığını söyledi. Hastaneyi sıkıştırmaya devam ettim çünkü bebeğimizi kucağımıza bile alamıyorduk. Daha sonra kucağıma almama izin verdiler ama emzirmeme izin vermediler. Birkaç kez bebeğim 1-2 dakika emebildi fakat sonra ememediği, biraz da üşüdüğü için geri aldılar. Hemşire bana ‘Bak gördün mü? Çocuğuna kötülük yapıyorsun. Nasıl nefes alıyor, onu yoruyorsun’ dedi. Zaten zor bir süreçten geçmişim, duyunca çok üzüldüm. Eşime dönüp ‘Ben kötülük mü yapıyorum acaba?’ diye soru sordum. Dışarı çıkıp sürekli ağlıyordum.
‘Hiçbir şekilde kilo almıyordu çünkü beslemediler’
Kendi hastanede yattığım dönemde oda arkadaşım vardı. Onun da bebeği oradaydı. Arkadaşım hastaneye tesadüfen geldiğinde bebeğini başka hastaneye sevk ettiklerini öğreniyor. Son radde buydu. Benim kızım 1780 gram doğdu. Kilo almaya karnımda çok çok meyilli bir çocuktu. Sütüm de iyi geliyordu ve sürekli beslenmesini artırdıklarını söylüyorlardı. Ancak benim kızım hiçbir şekilde kilo almıyordu. Çünkü beslemiyorlardı. Beslediklerini söylüyorlardı ama ona da inanmıyorum. Bugün 5 gram aldı, öteki gün gidiyoruz ’55 gram verdi’ diyorlar. ‘Ben niye kilo veriyor?’ diye sorduğumda bebeğimin düzenli tuvaletini yapmayı öğrendiğini söylediler. Bu güzel bir şey ama bir bebek 55 gram tuvaleti nasıl yapabilir? Bize bebek 2 kilo olmadan hastaneden çıkaramayacaklarını söylediler fakat eşim bebeğe baktığında ‘Çocuk 2 kilonun altında değil’ diyordu. Bebeğimizi tartmalarını istedik ama tartmadılar, geçiştirdiler. Sonra imza atıp bebeğimizi çıkarmaya karar verdik, doktor hiç itiraz etmedi. Ben güvenmediğimi söyledim. ‘Çocuğumu şu anda dışarıya çıkarsam herhangi bir solunum problemi yaşar mı?’ diye sordum. Çünkü kendimiz ücretini vererek küvezli ambulans çağıracaktık. Onlar da ‘Hayır, herhangi bir problem olmaz’ dediler. Ancak verdikleri epikrizde yüzde 48 ile yüzde 50 solunum problemi olduğu yazıyor.
‘O mesajı görünce kanım dondu’
Ben bebeğimi oradan çıkarıp Ümraniye’de Devlet Hastanesi’ne götürdüm. Özel hastane bebeğimizi 2 kilo olmadan çıkaramayacağımızı söylüyordu. Fakat başka hastaneye götürünce bebeğimiz 2 kilo 110 gram çıktı. Zaten orada idrar yolları enfeksiyonu ve yoğun bakım virüsü kapmıştı. O yüzden gittiğimiz hastanede tekrar yatırdılar. İdrar yolları enfeksiyonu bir türlü geçmedi. Çocuğum hâlâ nefroloji takibinde. Bu haberi duyduğumda çok üzüldüm. Haberdeki yazışmaları okudum. ’50 satürasyonlu çocuk mu olur?’ mesajını görünce kanım dondu. Benim de çocuğum epikrize göre 50 satürasyonluydu. Ancak götürdüğümüz diğer hastanede makineye bağladıklarında yüzde 100 solunum yapıldığı görüldü. Eşimle dedik ki aynı şey belki bizim de başımıza gelecekti. Zaten bazı şeyleri hâlâ atlatabilmiş değilim. Birçok kez psikolojik tedaviye başvurdum. İçim içimi yedi. Keşke daha çok üstüne düşseydim. Her iki saatte bir uyanıyordum, çocuğum yanımda değildi. Ben bunları yaşamak zorunda değildim. Şu anda olsa daha fazla irdelerim. O kadar ileriye gideceklerini hiç düşünmedim. Zaten bunun için Sağlık Bakanlığı’na da bir şikâyette bulundum ama üstünden çok geçtiği için işe yaramadı.”
‘Bebeğimin ölüm sebebi bu katiller miydi?’
Zeynep Acar, erken doğum sebebiyle yenidoğan çetesinin anlaşmalı olduğu Özel Avcılar Hospital Hastanesi’nde doğum yapmıştı. Doğumdan 10 gün sonra yoğun bakımda kalan bebeğinden ölüm haberi alan Zeynep Acar, ‘Yenidoğan Çetesi’nin bebeklerin ölümüne sebep olduğu hastaneleri görünce kabuk bağlayan yarası yeniden kanadı. Bebeği 26 hafta 4 günlükken doğum yapan ve o dönem 27 yaşında olan Zeynep Acar, acısını şu sözlerle anlattı:
“Bebek zaten erken doğmuştu, biliyordum. Açıkçası her şeye hazırlıklıydık. Bebeğimin 10 gün kadar yoğun bakım süreci oldu. Fenalaşınca bizi çağırdılar. Geldiğimizde bebeğin başında doktor vardı ve bebeğe müdahale ediyordu. ‘Bu bebek geri dönmeyecek’ dediler. Son kez kucağıma verdiler. O sırada bayıldım. Sonrasını pek hatırlamıyorum. Gözümü açtığında ben zaten yoğun bakımın dışındaydım. Sonra ‘Bebeğiniz öldü’ deyip, bize ertesi gün çocuğun cenazesini teslim ettiler. Biz bebeğimizi kaybettikten 1 hafta sonra arayıp bir de para istediler. Eşim de o zamanın siniriyle para vermedi. Eğer gerçekten hakları olan bir para olsa üstüne düşerlerdi diye düşünüyorum. Kaç sene oldu, sadece bir kere aradılar. Benim bebeğim belki gerçekten yaşamayacaktı, küçük doğmuştu. Ancak insanın içine ‘Bebeğimin ölüm sebebi bu katiller miydi?’ diye bir kuşku düşüyor. Bugüne kadar diyordum ki ‘Tamam, benim çocuğum erken doğdu. Bir komplikasyon oldu ve kaybettik. Ancak haber çıktığından beri ben bunu düşünemiyorum. Kimse de bu saatten sonra bana ‘Senin çocuğun eceliyle öldü’ diyemez. Ya bir şey varsa diye düşünüyorum. Ben bunu nasıl ispat edebilirim?”
Bebeğine ‘Çok fazla yaşamayacak’ gözüyle baktıklarını hissettiğini belirten Acar, “O zaman hastane çok sıkıydı. Sürekli görüş yapamıyorduk, içeriye almıyorlardı. Günde 10 dakika bebeğimi görebiliyordum. Avcılar Hospital’i gördüğümde nutkum tutuldu. Yani kendi yaşadıklarım aklıma geldi. İnsan acaba mı diye düşünüyor. Belki yaşayacaktı, belki yaşamayacaktı. Ancak ondan daha küçük haftada doğup da yaşayan binlerce çocuk var. 400 gram, 500 gram doğan çocuklar var. Yani acaba mı demekten kendimi alıkoyamıyorum. Çünkü güvenmiyorum. Ya benim çocuğuma da bir şey yaptılarsa? O zaman bebeğimin birkaç fotoğrafını çekmiştim. Fotoğraflara bakıyorum. Çocuk mor, kafası mor, gözlerinin altı mor. Başka problemi mi vardı? Günde 10 dakika çocuğunu görmek anne için yetmiyor, emin olun yetmiyor. Ben o 10 dakikayı geri getirmek için neler yapmazdım. Şu an da bazı hastanelerde, yoğun bakımda görüş gününü de iyice azalttıklarını duydum. Keşke o süreçte evladımızın yanında olabilsek, istediğimiz zaman çocuğumuzu emzirebilsek” diye konuştu.
‘Travmalarım tetiklendi, sanki ben yaşadım’
Çocuklarını günlerce bir camın ardından izleyebilen, istediği gibi dokunmayan, koklayamayan prematüre bebek anneleri oldukça zorlu psikolojik süreçlerden geçiyor. Basına yansıyan bu vahşet haberiyle travmaları yeniden canlanan pek çok kadın, sosyal medya kanallarında öfkesini dile getiriyor. 39 yaşında gebe kalan ve bebeğiyle ilgili gördüğü davranışlardan yıpranan annelerden biri de Gülden Bulut. Bulut, 2022 yılının şubat ayında bebeğini 30 haftalık dünyaya getirdi. 895 gram doğan bebeğini kucağına almadan önce doktorun olumsuz konuşmalarına, aldıktan sonra ise hemşirenin bağırmasına maruz kalan Bulut bu süreçte psikolojik olarak çok yıprandığını aktardı. Gülden Bulut, “Benim vücudumda şişme ve tansiyon problemim vardı. Üniversite hastanesine kaldırıldım. İki gün sonra ‘Hiçbir şeyin yok’ diye taburcu ettiler. Daha sonra yine gittim yine taburcu ettiler. Sonra bir doktor, ‘Gülden Hanım ikide bir gidip geliyor. Bu kadını bir gözetim altında tutalım’ dedi. Başka bir doktor da bana ultrasonla baktığında ‘Senin bebeğin de olsa yaşamaz, cılız kalır’ diyordu. Ben hep ağlıyordum, ölmesini istemiyordum. 28 Şubat günü kötüleştim, doğum yaptım. Nabzım bayağı düşüyordu, tansiyonum yükseldi. Bebeğimin ağlama sesini duydum ve dedim ki ‘Benim bebeğim yaşayacak’ Doğumdan sonra doktoruma ‘Hocam, ben buradan çıkarsam bu travmaları atlatabilir miyim?’ diye sordum. Çünkü bir doktor beni sevindiriyor, biri ağlatıyor. Yani biri umut veriyor, biri vermiyor. İkinci gün sütümü bebeğimi küveze yatırdılar. Hayatımda ilk defa prematüre bebeğin ne demek olduğunu orada öğrendim. Yani bir annenin bu süreçte en büyük ihtiyacı psikolojik destektir. Doğumuma giren doktorlar çok iyiydi ama beni ağlatan bir doktoru asla unutamam” dedi.
Prematüre bebek annelerinin psikolojik desteğe fazlasıyla ihtiyacı olduğunu kaydeden Bulut, “Ben yaşadım, Allah kimseye yaşatmasın. Kovid-19 sebebiyle bizi içeri almıyorlardı. Hemşire bana resmini gösteriyordu. Ben hep hemşireye ‘Ne olur güzel bakın’ diye yalvarıyordum. Gebeliğimde de moralimi bozan o doktor çocuğum dünyaya gelince de ağlamaktan şişmiş gözlerime bakarak, ‘Bugün karnı şişmiş, bugün bir şey yememiş, bugün gramı düşmüş’ diyordu. Yani bebeğimle ilgili bana hep kendimi kötü hissettirecek şeyler söyledi. Çocuğumun yanında hastanede kalırken gece vardiyasına bir hemşire geliyordu. Bir gün geldi, herkesle ilgilendi ama benimle ilgilenmedi. Bana bir bağırıyordu ki hâlâ unutamam. Kendi görevi bana kalmasın diye ‘Bebeğe mama yedir, süt içir’ diye benim üzerime baskı uyguladı. Ondan sonra psikiyatriye düştüm çünkü artık ölmek istiyordum, yaşamak istemiyordum. Sadece kalbimin sıkıştığını ve elimi yumruk yapıp kalbime vurduğumu hatırlıyorum. O kadar yalvardım ki tüm akrabalarıma bebeğime birilerinin bakması için… Benim iyileşmem gerekiyordu. Hep arkamdan ‘Bu kafayı yemiş, bu deli’ deyip duruyorlardı. Tedavi oldum, ilaçlarımı hâlâ kullanıyorum. Şimdi de çocuğumu böyle güzel büyütebildiğime hepsi şaşırıyor” diye konuştu.
Gündemi sarsan yenidoğan çetesi haberini duyar duymaz travmalarının tetiklendiğini belirten Bulut, “O annelerin bebeklerini nasıl öldürdüler? Öyle etkilendik ki… Sanki bu olayı ben yaşadım. Haberi duyunca kendi çocuğuma bakıp bakıp ağladım. İnsan bu kadar zombi olamaz! Hiç para için değer mi ya? Bir de yapan kişi doktor. Biz doktorlara da güvenemeyeceksek kime güvenelim?
Cumhurbaşkanına yalvarıyorum, annelerin psikolojik tedavi sürecine lütfen destek olsunlar. Biz anneler olarak bu yaşanan dehşetin peşini bırakmayacağız” ifadelerini kullandı.
‘Aile merkezli yenidoğan yoğun bakım üniteleri şart’
Anne karnında gelişimini tamamlamadan önce doğan bütün bebeklerin sağlıklı bir geleceğe kavuşmaları için çalışmalar yapan El Bebek Gül Bebek Derneği’nin Başkanı Psikolog İlknur Okay, büyük bir güvenlik açığı olduğunu ve özel hastanelerin yeterince denetlenmediğini düşündüğünü söyledi. Psikolog Okay, “SGK 8 bin lira ödüyormuş. Bu para nereye gidiyor, hangi tedavi uygulanıyor, denetleniyor mu? Erişkin hasta olsa, ‘Bana bu ilacı verdiler, kendimi kötü hissediyorum’ der. Bebek diyemez. Bu kısımda büyük bir açık var. Tabii ki biz doktorlarımıza, hemşirelerimize güveniyoruz. Güvenmemiz lazım. Size bebeğinizle ilgili birtakım bilgiler veriliyor ve siz de aile olarak buna güvenmek durumundasınız. Şu anda çeşitli nedenlerle bebeği hastanede olan bir sürü aile var. Türkiye’de yılda yaklaşık 120 bin bebek erken doğuyor. Sadece prematüre bebekler değil, vaktinde doğmuş ama küveze alınması gereken bebekler de olabilir. Bu ailelerin bebeklerini gönül rahatlığıyla buralara teslim edebilmeleri lazım. O yüzden de Sağlık Bakanlığı nezdinde ve hastanelerde çok iyi bir denetleme mekanizması gerekiyor” dedi.
Şu an da birçok ailenin bebeğini yoğun bakımdan almak istediğinin altını çizen Okay, “Artık ziyaret saati kavramının kaldırılmasına, ailelerin istedikleri zaman üniteye girip çıkmalarına ve bebeklerini görerek rahatlamalarına izin verilmesi lazım. Çünkü bu bebeklerin düzelmesi biraz daha uzun zaman alıyor. Ancak ailelerin de burada gönlünün rahatlaması, o bebeklerin de gereken tedaviyi layıkıyla alması gerekiyor. Bunu yapanların gerçekten çok ciddi cezalara çarptırılması, hatta bu ailelere de psikolojik destek verilmesi gerek. Erken doğum yapan annenin normal zamanda doğum yapan anneye göre anksiyete ve depresyon riski 2,5 buçuk kat artıyor. Daha kamusal düzeydeki hastanelerde, üniversite hastanelerinde küvezlerin artırılması lazım. Yani özel hastanelerden kamuya daha fazla bu bebeklerin yatırılması, buradaki imkanların artırılması gerekiyor” diyerek sözlerini şöyle noktaladı:
“Özel hastaneler için Yenidoğan Yoğun Bakım Yönetmeliği var. Bu yönetmeliklerin sadece fiziki şartlarla ilgili olan kısmının değil, gerçekten ‘Bu bebeklerin bakım standartlarına uyuluyor mu’ kısmının da ele alınması gerekiyor. O yüzden ‘aile merkezli yenidoğan yoğun bakım üniteleri’ olması gerekiyor diye diretiyoruz. Dünyadaki bütün çalışmalar hem ailelerin psikolojik olarak daha iyi hissettiğini hem de bebeklerin büyümesi ve sağlığının olumlu etkilenmesi için bu görüşmeleri gerekli kılıyor. Bir bebek annesinin yanında olduğunda zarar verilmesi de o kadar kolay değil.”