Yoksa siz hâlâ Padelmania’ya kapılmadınız mı? Sorun değil. Bugün sizi bu yeni çılgınlıkla bulaştırmaya geldim. Karşınızda 21. yüzyılın en hızlı yayılan sporu: Padel!
Her dönemin bir spor tutkusu vardır: 1980’lerde neon taytlı Jane Fonda aerobikleri; 1990’larda plazaların statü sporu squash; 2000’lerde karanlık odaların spinning akımı ve kırkından sonra “maraton modası”… Ama 2020’lerde sahneye padel çıktı ve hepsini gölgede bıraktı. Çünkü padel sadece kalori yakmak değil, pandemi sonrası yalnızlık girdabında kaybolan insanları yeniden bir araya getiren bir sosyal tutkal. Dargın çiftleri, aynı evde ayrı yaşamlar süren aileleri, zaman bulamayan dostları tek bir cümlede buluşturuyor: “Padel kortu ayırttım, partnerim olur musun?”
Padel, tenisle squash’ın evliliğinden doğdu ama ikisinden de daha sosyal, daha erişilebilir, fiyat/performans dengesi çok daha iyi. Ne tenis kadar öğrenmesi zor ne squash kadar yorucu. Cam duvarların arasında, küçük raketlerle, dört kişi oynanıyor. Dede torunla, anne kızla, eş dost hep birlikte oyuna katılabiliyor.
İşte bu sosyal etki küresel bir patlama yarattı. İsviçre’de de talep büyük ama “gürültü” çekincesi nedeniyle belediyeler ağırkanlı davranıyor. Cenevre’de binlerce oyuncuya sadece 10 kort düşüyor. Sonuç? İnsanlar rezervasyon için sabahın altısında sıraya giriyor ya da “padel kaçamağı” için İspanya’ya gidiyor.
İspanya, 17 binin üzerinde kortu ve yaklaşık 6 milyon oyuncusuyla dünyanın padel merkezi. Dünyadaki tüm kortların neredeyse üçte biri burada.
Geçtiğimiz hafta ben de raketimi alıp Cenevre’den Barselona yakınlarındaki sahil kasabası Gavà’ya gittim. 50 dakika uçak, 10 dakika taksi ve hola! Ekim güneşi altında göz alabildiğine uzanan kumsal, masmavi dalgalar, sahilde yürüyüş yapan sağlıklı insanlar. Ve manzaraya nazır dizilmiş 29 kort! Cenevre’de arayıp da bulamadığımız imkânlar bu minnacık kasabada var. Üstelik ders ücreti İsviçre’nin yarısı. Neden Nadal’ların, Alcaraz’ların bu topraklardan çıktığını orada daha iyi anlıyorsunuz. İspanyollar raketle yaşıyor.
Padel’in hikayesi
1969’da Enrique Corcuera eşiyle Acapulco’daki evinde tenis oynamak istiyordu. Ama bahçesi dar, rüzgâr sertti. Çözüm olarak 20×10 metrelik küçük bir kort yaptırdı, etrafını duvarla çevirdi. Ve padel doğdu. 1974’te Prens Alfonso bu oyunu görüp Marbella’daki evine taşıdı; oradan İspanya’ya, Arjantin’e ve Avrupa’ya yayıldı. 1992’de ilk Dünya Şampiyonası düzenlendi. Duvarlar şeffaf camla değiştirildi ve padel televizyon için görsel bir şölene dönüştü. Ama asıl patlama pandemiden sonra geldi. 2021-2024 arasında dünyada padel kortu sayısı yüzde 300 büyüdü.
Bugün padel, 63 bin kort, 30 milyondan fazla oyuncu ve 500 milyon dolarlık pazarla spordan turizme, modadan sosyal medyaya kadar geniş bir alanı etkiliyor. David Beckham, Serena Williams, Nadal, Messi, Zidane gibi isimler padel oynuyor ya da yatırım yapıyor. Crans-Montana gibi eski cazibesini yitiren kayak kasabaları, padel kortlarıyla turizmini yeniden canlandırıyor.
Türkiye için fırsat
Türkiye’de padel yeni ama potansiyel büyük. Doğru yatırımla (karma kullanım: tenis+padel; şehir içi butik kulüpler; tatil köyü entegrasyonu; gençlik kampları) bölgesel bir merkez olabilir. Hep denir ya: “Kaliteli turist gelsin.” Para bırakmayan ya da sadece yatını bağlayıp pisliğini denize bırakan değil. Padel tam da bu fırsatı sunuyor: Spor, sosyallik ve yıl boyu talep.
Şimdi size çağrım: Telefonu bırakın. Kara haberlerle dolu ekranı birkaç saatliğine kapatın. Hangi yaşta olursanız olun, kalkın. Bir raket alın, eşinizi, dostunuzu yanınıza katın, padele şans verin. Ben verdim. Artık arkadaşlarımla kafede değil, padelde buluşuyorum. Tabii kort bulabilirsem!