Trump’ın vizyonu, her ülkenin yalnızca kendi güvenliğine odaklandığı bir dünya öneriyor. Ancak bu yaklaşım, tarihin denenmiş ve başarısız olmuş bir versiyonu. 1914’te Almanya ve Rusya karşılıklı güç algıları üzerinden savaşa sürüklendi. 1965’te ABD, Vietnam’a üstünlüğünü kabul ettireceğini düşündü ama kaybetti. Bugün Çin’in boyun eğmesi gerektiğini savunmak da benzer bir yanılgı olabilir.
Dışarıdan bakınca içgüdüsel ve mantıktan uzak gözükse de ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminin başı itibariyle uygulamaya aldığı politikalar, kendi düşün dünyası açısından oldukça tutarlı. Financial Times’ta Yuval Noah Harari’nin de dikkat çektiği gibi, Trump dünyayı işbirliği potansiyeli taşıyan bir ağ olarak değil, kazananın her şeyi aldığı bir oyun olarak görüyor. Gümrük vergilerinde ülkeler arasında mütekabiliyet arayışı da bu düşüncenin bir tezahürü. Oysa biliyoruz ki, bir ülke diğerine daha az gümrük vergisi uygulandığında illa ki kaybeden taraf olmuyor. Ülkenin üretim yapısı ve sağladığı ara mallar itibariyle nihai ticarette daha avantajlı olabiliyor. Kuşkusuz ABD için de aslında durum bu.
Öte yandan Trump, uluslararası düzeni oluşturan – Dünya Ticaret Örgütü, NATO, Dünya Sağlık Örgütü gibi – kurumlara karşı sistematik bir güvensizlik sergiliyor. Trump’a göre bu yapılar, güçlü ülkelerin elini kolunu bağlayan kurgulardan ibaret.
Bu anlayış, Trump’ın meşhur “duvarlar ve kaleler” metaforuyla hayat buluyor. Ona göre ideal dünya yüksek askeri, ekonomik ve kültürel bariyerlerle çevrili, birbirinden izole ulus devletlerden oluşuyor. Harari, bu vizyonu “kaleler mozaiği” olarak tanımlıyor. Ne ki, böyle bir dünyada güçsüz olanlar ancak güçlü olanın şartlarını kabul ederek barış sağlayabilir. Aksi hâlde çatışma kaçınılmaz olur.
Ekonomik araç mı jeopolitik silah mı?
Trump yönetiminin gümrük vergilerini neden uyguladığı ise hâlâ net değil. Academy Securities’ten Peter Tchir’in analizine göre gümrük vergileri bazen bir müzakere aracı, bazen ithalatı pahalılaştırarak yerli üretimi teşvik etmeyi hedefleyen bir korumacı önlem, kimi zaman da doğrudan gelir kaynağı olarak sunuluyor. Ancak bu üç amacın aynı anda gerçekleşmesi teknik olarak imkânsız. Örneğin, bu vergiler geçici ise müzakere gücü sağlar ama yerli üretim için yeterli teşvik yaratmaz. Kalıcı olursa, dış ticaret ortaklarıyla ilişkileri yıpratır.
Trump 2025’te yeniden başkan olduğunda Çin’e karşı gümrük vergilerini hızla yeniden devreye soktu. Ancak bu kez Çin’in yanıtı farklı oldu. Washington Quarterly’de Evan S. Medeiros ve Andrew Polk’un kaleme aldığı analiz, Çin’in artık misilleme olarak gümrük vergileriyle yetinmediğini gösteriyor. Bunun yerine Pekin, “güvenilmez şirket listeleri”, stratejik minerallere ihracat kontrolleri, Amerikan teknoloji şirketlerine yönelik siber güvenlik incelemeleri ve antitröst soruşturmaları gibi daha sofistike ve spesifik misillemeler geliştiriyor.
Teknoloji cephesinde sarsıntı: NVIDIA örneği
Trump’ın Çin’e yönelik yüksek teknoloji ambargoları ilk ciddi etkisini Nvidia örneğinde gösterdi. Financial Times’ın aktardığına göre, Nvidia, ABD’nin çip ihracatına getirdiği sınırlamalar nedeniyle 5,5 milyar dolarlık potansiyel gelir kaybıyla karşı karşıya kaldı. CEO Jensen Huang zararı azaltmak için Çin’e gitse de Amerikan Kongresi’nin başlattığı soruşturmalar süreci daha da karmaşık hâle getirdi.
Bu örnek, dijital ekonominin aslında ne kadar fiziksel altyapıya ve jeopolitik dengeye bağlı ve bağımlı olduğunu da gösterdi. Tufts Üniversitesi’nden Prof. Chris Miller’ın vurguladığı gibi, çip üretimi gibi sektörler yüzlerce bileşenin ve çok uluslu tedarik zincirlerinin bir araya gelmesiyle mümkün oluyor. ABD tasarımı, Japon hammaddesi, Tayvan üretimi ve Çin işlemesi derken, küresel üretim ağlarının kırılganlığı ortaya çıkıyor.
ABD’nin marka değeri aşınıyor
Tüm bu gelişmelerin ardından, Trump yönetiminden daha uzlaşmacı mesajlar gelmeye başladı. Peter Tchir’in yorumlarına göre, “kozmetik [face-lifting] anlaşmalar” gündeme geldi: Gümrük vergilerinin düşürülmesi, ABD ürünlerinin – özellikle tarım ve savunma alanında – satın alınması yönünde beyanları bunlara örnek. Ancak bu tür anlaşmaların bağlayıcılığı zayıf ve kalıcılığı sorgulanabilir.
Trump’ın ticaret politikaları yalnızca ekonomik dengeleri değil, ABD’nin küresel imajını da zedeliyor. Aynı analizde Tchir, Amerikan tahvillerine, hisse senetlerine ve genel olarak “Amerikan markasına” olan güvenin azaldığını belirtiyor. Bu durum, sadece ABD’ye yatırım iştahını azaltmakla kalmıyor; aynı zamanda diğer ülkeleri alternatif ticaret ortakları aramaya zorluyor. Çin ise bu boşluğu doldurmak için jeopolitik ekonomik araçlarını daha sistematik şekilde devreye sokuyor.
Trump’ın gümrük vergileriyle başlayan ticaret savaşı, artık teknoloji ve veri alanına da taşınmış durumda. Nvidia, Intel, Micron gibi Amerikan devleri Çin’in doğrudan hedefi hâline geldi. Çin, ABD’li şirketlere yönelik siber güvenlik soruşturmaları açarken, ABD de Çinli rakip firmaları BIOSECURE Yasası gibi düzenlemelerle kendi pazarından dışlamaya çalışıyor.
Bu gelişmeler, Harvard’lı akademisyen Henry Farrell ve Abraham Newman’ın “weaponized interdependence” (Silahlaştırılmış karşılıklı bağımlılık) kavramını hatırlatıyor: Küresel ekonomik ağlar, yalnız refah aracı olarak değil aynı zamanda baskı ve yaptırım aracı olarak da kullanılıyor.
Yeni dünya düzeni daha mı güvenli?
Trump’ın “kaleler mozaiği” vizyonu, her ülkenin yalnızca kendi güvenliğine odaklandığı bir dünya öneriyor. Ancak Harari’nin vurguladığı gibi, bu yaklaşım tarihin denenmiş ve başarısız olmuş bir versiyonu. 1914’te Almanya ve Rusya karşılıklı güç algıları üzerinden savaşa sürüklendi. 1965’te ABD, Vietnam’a üstünlüğünü kabul ettireceğini düşündü ama kaybetti. Bugün Çin’in boyun eğmesi gerektiğini savunmak da benzer bir yanılgı olabilir.
Gümrük vergileri yalnızca ticari düzenlemeler değil; aynı zamanda jeopolitik birer mesaj/işaret. Yeni dönemde bunların nasıl okunacağı, yalnızca ekonomistlerin, uzmanların değil; şirket yöneticilerinden siyasetçilere kadar herkesi ilgilendiriyor. Artık olan bitene şaşırmaktan ziyade sonuçlarına hazırlık yapmak üzerine odaklanmalıyız.