Süleyman Soylu, Can Bursalı’ya konuştu: “Tayyip Erdoğan’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını arzu edenlerdenim…”

IMG_3831

Eski İçişleri Bakanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu, Gazete Duvar’dan Can Bursalı’nın gündeme dair sorularına cevap verdi. Soylu, “Ben Tayyip Erdoğan’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını arzu edenlerdenim. Gelecek Türkiye’sinin sağlam zeminlere oturtulabilmesi için bu tecrübeye, bu bilgiye, bu bilgeliğe ve bu akla Türkiye’nin ihtiyacı var. Türkiye’nin zamana ihtiyacı var, 6-8 yıllık bir süreç gerekiyor. Cumhur İttifakı’nın bu birlikteliğiyle devam etmesi gerekir.” dedi.

Gazete Duvar’dan Can Bursalı’nın AK Parti’li Soylu ile söyleşisi şöyle;

“Şükrü Kaya’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti tarihinde kesintisiz olarak İçişleri Bakanlığı koltuğunda en uzun oturan isimdi Süleyman Soylu… 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra oluşturulan kabinede İçişleri Bakanı olarak görevlendirilen, 2018’deki seçimlerin ardından da koltuğunu koruyan Soylu, bu dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra iktidar kanadında isminden en çok bahsettiren siyasetçi oldu.

14 Mayıs’ta yapılan genel seçimle birlikte bakanlık dönemi bitti. AK Parti’den İstanbul Milletvekili seçilen ve TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı olan Soylu, kabinede birlikte görev yaptığı isimlerin çoğunluğunun aksine, gündemde kalmaya devam ediyor. 

Bakanlığı döneminde gerek sosyal medyada, gerekse de katıldığı programlarda hakkındaki iddialara yanıt veren Soylu’nun, söyleşimizde kullandığı ifadelerle şimdilerde daha münzevi bir hayatı tercih ettiği anlaşılıyor. Vaktinin çoğunu İstanbul’un kuzeyinde, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Yunanistan’la yapılan mübadelede Türkiye’ye göç edenlerin yaşadığı köylerden birinde, babadan kalma müstakil evde geçiren Soylu, “Devletime ve milletime hizmetimi yaptım. Bu son dönemim” dedi ve siyasette ‘fikrine danışılması’ haricinde yer almayacağını belirtti. Kanal İstanbul güzergahında yer alan evin İstanbul’da en sevdiği yer olduğunu ve her fırsatta vaktini burada geçirdiğini söyleyen Soylu, “Rant için burayı almış demesinler. 98’den beri buradayız” dedi.

Çocuklarına bıraktığı vasiyeti de açıklayan Soylu, Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de partisinin grup toplantısında yaptığı Abdullah Öcalan çağrısından kayyım atamalarına,  bakanlığı döneminde uyuşturucu baronlarının ve uluslararası mafya mensuplarının Türkiye’den vatandaşlık aldığı iddialarından, siyasette yalnız bırakıldığı söylentilerine, ve siyasetteki hedeflerinden ahmak davasına kadar bir çok konuda Gazete Duvar’ın sorularını yanıtladı.

Yeni yasama döneminin açılışıyla birlikte MHP lideri Devlet Bahçeli’nin attığı adımlar, “Yeni bir süreç mi başlıyor?” sorusunu beraberinde getirdi. Bir yanda Abdullah Öcalan’a yapılan çağrı var öbür tarafta da kayyım atamaları… Siz bu dönemi nasıl tarifliyorsunuz?

Türkiye Doğu Bloku yıkıldıktan sonra bir dönemi ıskaladı. Kendisi mi ıskaladı, ıskalattırıldı mı bu ayrı bir tartışma konusu. 1990’lı yıllardaki siyasal istikrarsızlık, PKK terörü, deprem ve ekonomik istikrarsızlık… Oysa, Doğu Bloku yıkıldığında Türk dünyasında bizim için çok büyük avantajlar oluşmuştu. Avrupa Birliği çerçevesinde de yeni bir süreç başlamıştı. Ama biraz önce saydığım nedenler 1990’lı yıllarda bizi boğdu. Arada bir de 28 Şubat postmodern darbe girişimi yaşandı.

Şimdi gelelim günümüze… Avrupa büyüyordu, küçülmeye başladı. Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler ABD’nin de çok üstünde büyümeler ortaya koydu. Avrupa yüzde 95, ABD yüzde 135 borçlu. Doğru, Çin de borçlu. Ama 300 milyar dolar olan gayri safi milli hasılası bugün 17 trilyon dolar seviyesine gelmiş. Bir dönem Rusya’yı ve Çin’i de içine almış olan küreselleşme rüzgarının sonuna geldik. Şimdi Türkiye bu yeni dönemi görüyor.

Türkiye 1990’lardaki gibi bu yeni dönemi ıskalayacak mı yoksa başka bir şansı mı olacak? Türkiye eski Türkiye değil. Altyapısını hazırlamış, yoluydu, barajıydı, havalimanıydı, hastanesiydi, üniversitesiydi, insan kaynağıydı, okuluydu… Aynı zamanda da etrafını çerçeveleyen birçok olumsuz sürece dirençli bir Türkiye var.

“İki lider Türkiye’yi geleceğe taşımak istiyor”

Türkiye’nin başında çok tecrübeli bir lider var. Çeyrek asırdır Türkiye’yi idare ediyor. Cumhur İttifakı’nda birlikte yol yürüdüğü yine tecrübeli bir lider var, Devlet Bahçeli. Şimdi bu iki lider hem tecrübeleri buna göre hangi adımlar atılması lazım geldiğinin bilgisine sahip olan, tecrübelerinin zirvesinde liderler. Bir soru daha sormak lazım. Geleceğe bir hazırlık mı yapmak lazım, günü mü idare etmek lazım? Bu iki lider günü idare eder.

Hiçbir risk almadan günü yönetirler. Türkiye bugünü yönetebilecek güce ve potansiyele sahip. Siyasi olarak da yönetebilirler, ekonomik olarak da yönetebilirler, idare olarak da yönetebilirler. Ama bu bize yeter mi? Bu liderlerin istediği bu mu?

Günü mü idare etmek istiyorlar yoksa gelecek nesillere geçmişte yaşadığımız travmalardan sıyrılmış, daha güçlü bir Türkiye mı bırakmak istiyorlar? Bence iki lider de ikincisini tercih etti. 

İki lider, Türkiye’yi terörden arındırılmış bir şekilde geleceğe taşımak istiyor. Türkiye, 45 yıldır yaşadığı süreçleri bir daha yaşamasın istediler.

Güneyimizde, Kuzey Suriye’de bir terör devleti kurulursa, bölgeyi 50 yıllık bir kaos süreci bekliyor. Peki bunun önüne geçilebilir mi? ABD, Batı bir çok şeyi destekliyor ama hepsini yürütemiyor. Çünkü burası bizim coğrafyamız, burayı biz biliyoruz. Amerikalılar bilmiyor. Türkiye şunu yaptı: PKK’nın dağ kadrosunu ve terörün silahlı kanadını tasfiye mesabesine indirdi.

‘Terörsüz Türkiye en stratejik adım’

Pençe Kilit Harekatı’yla birlikte Kuzey Irak’ın bize olan sınırları içerisindeki ZAP da dahil olmak üzere, bölgenin bazı yerlerde 30-35-40 kilometrelik hattında da temizledi. Demek ki Türkiye’nin altyapısı bunu yapmaya müsait.

Türkiye bunu ispatladı ve Türkiye başka bir şeyi daha ispatladı. Dünyada terörle en iyi mücadele eden ülke olmayı da ispatladı. Türk Silahlı Kuvvetleri, bugün çok büyük bir iş başarmıştır.

Şimdi, hem yeni dünya düzeninde nasıl rol alabileceğimiz konusunda hem de Türkiye Yüzyılı konusunda bir hazırlık yapmamız gerekiyor. Bu nedenle, Terörsüz Türkiye, önümüzdeki en stratejik adımdır. 1980 darbesinden itibaren geçen süre içinde, darbeyi yapanlar ve yaptıranlar, Türkiye’ye kırmızı fiyonklu iki hediye paketi verdiler. PKK ve FETÖ…

Bu sözünü ettiğiniz kırmızı fiyonklu iki hediye paketi tespitini ne zaman yaptınız?

1990’lı yılların sonunda, il başkanı olarak görev yaparken.

‘Düz ovada siyaset ve evet kampanyasının bugünle bağlantısı yok’

Mensubu olduğunuz partinin o dönemki Genel Başkanı Mehmet Ağar, “Gelsinler düz ovada siyaset yapsınlar” demişti. Ayrıca siz de Fethullah Gülen’in “Mezardakilerin oy kullanması gerekiyor” dediği 2010 referandumunda, “Evet” kampanyası yürüttünüz. Burada tezat bir durum yok mu?

Birincisi ben partimden ayrılarak bir evet kampanyası yürütmedim. Ben parti genel başkanlığından ayrılmıştım zaten. Süreç içerisinde ben partinin üyesiydim ve Anayasa’ya göre de Siyasi Partiler Kanunu’na göre de, bir anayasa oylamasında parti içerisinde farklı fikirler olabilme kabiliyetine haizdir. Yani insanlar kendi fikirlerini bir anayasa referandumu için parti içerisinde olsa da ortaya koyabilirler. Parti burada herkesi bağlayabilecek bir karar alamaz. Çünkü anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Partilerin toplumsal sözleşmesi değildir. Türkiye demokrasisinin Türkiye hukukunun çok daha iyi bir noktaya gelebilmesini temin etmek için ‘Evet’ oyu verdik.

O dönem söylenmiş düz ovada siyaset sözü de gelsin PKK’lılar silahlarıyla beraber, terör örgütünün argümanlarıyla gelsinler, siyaset yapsınlar demek değil. Bir ülkede terörden arındırılmış bir siyaset istenmesi, teröre bağlı bir siyaset olmasın denmesi doğaldır. Ne anayasa referandumunun ne de düz ova söyleminin bugünle bir bağlantısı yok.

‘Cumhurbaşkanımız Bahçeli’yle mutabık’

Devlet Bahçeli’nin bu çıkışının Cumhurbaşkanı’ndan habersiz yapıldığına ilişkin iddialar ortaya atıldı. Sizin bu sürecin sonunda beklentiniz nedir?

Devlet Bey’in ne söylediğini, muhalif muvafık herkes çok iyi anlıyor. Biz terörü Türkiye sınırları içinde mağlup ettik. Sınırımızın dışında da terörü etkisiz hale getirmeye çalışıyoruz. Şimdi bunun topyekun tasfiyesine ihtiyaç var. Atılan adımlar da bunun için…

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuşmaya yönelik mutabakatı da açık. Şu anda bizim beklememiz gereken şey bu öneriye karşı terör örgütünün kendisini lağvetmesidir. Bu kadar basit. Ha içeride siyaset yapacaksınız, buyurun yapın. PKK’dan bağımsız bir siyaset yapın. Devlet Bey, çerçeveyi çizdi. Muhatap Kandil değil, Edirne değil, Batı da değil. Muhatap İmralı. Bu önemli bir şey. Bu süreç ne demektir biliyor musunuz? Küreselleşmenin sonuna geldiğimiz bu zaman diliminde Sayın Cumhurbaşkanımız ve Devlet Bahçeli’nin Türkiye’yi büyük bir koşuya hazırlaması demektir.

Bakın tekrar söylüyorum, bunu yapmayabilirlerdi.

Günlük siyasi meşgaleyle ülkeyi idare edebilirlerdi. Ama bunu kesip geleceğin Türkiye’sine yepyeni bir süreç üretiyorlar şu anda. Kim bunu engellerse bedelini öder. Onun için diyorum ki Cumhurbaşkanımızın ve Devlet Bahçeli Bey’in milliyetçiliğiyle, vatanseverliğiyle kimse yarışmaya kalkmasın. Bunlar beyhude çırpınışlardır. Türkiye önümüzdeki yarım asrı ve yarım asırdan sonraki gelecek tüm asırları bambaşka bir çizgiyle götürebilme fırsatındadır. Ha terör örgütü çağrıya uymadı. Türkiye’nin yolu, yöntemi bellidir zaten. Burada kimseye teslim olunmaz. Ama arzu edilen nedir? Türkiye’nin birlik içerisinde, beraberlik içerisinde bu Türkiye Yüzyılı yürüyüşünü gerçekleştirebilecek adımları atmaktır.

‘Yenine kayyım atanmış kişiler kasıtlı şekilde aday gösterilmiştir’

Yeni süreçle birlikte kayyım atamaları da başladı… Peki Yüksek Seçim Kurulu bu adaylara neden onay verdi?

Kayyım meselesi de ‘Terörsüz Türkiye’ projesinin en önemli ilkesidir. Bir çelişki mi var diye soruyorsun ya, tam da Terörsüz Türkiye’nin en önemli ilkesi, bizim yerel yönetimlerimize de terörün bulaştırılmasının engellenmesidir. Terörsüz Türkiye de aynı zamanda hukuk kurallarının ve demokrasi kurallarının işlediği bir Türkiye’dir. Eğer hukuk kuralları ve demokrasi kuralları işlemiyorsa orada bir problem var demektir.

YSK’ya göre ilk derece mahkemesinde hakkında karar verilmiş birinin aday yapılması engellenmiyor. Çünkü belki temyiz mahkemesi bu kararı bozacak. Ama hüküm onandıktan sonra gereği yapılır. Siyaseten yasaklı hale getirilirse zaten aday yapılamaz. Burada sorumluluk siyasi partilerdedir. Siyasi partiler, terör soruşturmasında ya da kovuşturmasında adı geçen birini aday yapıyorsa burada kasıt aranır. Bugüne kadar yerine kayyım atanmış kişiler, kasıtlı şekilde aday gösterilmişlerdir.

Devlet buna bigane kalamaz, hukuk da buna bigane kalamaz. Bu çok net. Buna yol verirseniz siz Terörsüz Türkiye değil, terörün yönettiği bir Türkiye ile karşı karşıya kalırsınız. Oradan elde edilecek insan kaynağının, oradan elde edilecek finansın, desteğin, moralin önünü açamazsınız. Dünyanın hiçbir ülkesini açamazsınız.

‘Kimle çalışmak istiyorsa onun takdiridir’

Ayhan Bora Kaplan soruşturmasının gizli tanığı, bazı emniyet mensuplarının sizin aleyhinizde ifade vermesi için baskı yaptığını iddia etti. Ayrıca sizin bakanlık yaptığınız dönemde A takımınızda yer aldığı belirtilen isimler, görevlerinden alındı. Siz de dokunulmazlığınızın kaldırılması için başvuru yaptınız ve zırhlı araçları iade ettiniz. Kulislere yansıyan bilgilere göre, Cumhurbaşkanı’yla yaptığınız görüşmede, bu konular gündeme geldi. Cumhurbaşkanı’nın tepkisi ne oldu?

Benim dokunulmazlığımın kaldırılması isteğimin sebebini dilekçemde çok açık izah ettim. Siyasette de devlette de görevler takdirdir. Kim kimle çalışmak istiyorsa onun takdirindedir. Benim ona söyleyebilecek bir sözüm yok. Ben de aynı takdirleri kullanmış bir kişiyim yani. Bunu sorgulamadım. Ancak benim çalıştığım arkadaşlar, 15 Temmuz sonrası FETÖ, PKK, PYD, DEAŞ, DHKP-C pandemi, tarihin en büyük göçü, seller, yangınlar, depremlerde görev yaptı. İçişleri Bakanlığına geldiğimde 25 bin üst düzey polisin 9 bini kalmıştı. İçişleri Bakanlığı’na geldiğimde 600 tane emniyet amiri vardı Türkiye’de. Orta derecede hiç kimse kalmamıştı. Yeniden bir polis teşkilatı oluşturuldu. Yeniden bir jandarma teşkilatı oluşturuldu. Yeniden bir sahil güvenlik teşkilatı oluşturuldu. Mülki İdare Teşkilatı’nda çok önemli temizlemeler yaptık. Bir taraftan terörle mücadele ediyorsunuz. Bir taraftan da tüm birimlerinizi yeniden organize ediyorsunuz.

Arkadaşlarımdan Allah razı olsun. Bu devlete görevlerinin gereğini yerine getirmişlerdir. Tarihimizin en zor dönemini vatansever, milli ve çok fedakarane bir anlayışla geçirmişlerdir. Ve burada özellikle onların ailelerine de minnettarlığımı ifade edeyim. Ben sabaha karşı saatlere kadar çalışan bir adamdım. Hepsini de yordum, hepsine minnettarım.

’15 Temmuz’dan sonra tek bir Batılı diplomatı Güneydoğu’ya sokmadım’

Ötekilerin tamamı yargının konusudur. Hakkımda yazılanların hepsi yargıya götürülsün istiyorum. Yargı fezlekesini hazırlasın. Bu iftiralarla mücadele etmek bizim asli görevimizdir. Ve bunlar sistematik. Kim yapıyor? Bir bağlantı kurabilir miyim? Kim bir takım arkadaşların cezaevinden çıkması için seferber oluyorsa onlardır. Bu kadar basit. Ben bunu anlamıyor muyum yani? Niye ABD iki defa bize yasak koymuş oldu? OHAL döneminde Güneydoğu Anadolu’ya bir tek Batılı diplomatı sokmadım ben  15 Temmuz’dan sonra. Bunu ilk kez söylüyorum. Bir tek Batılı diplomatı sokmadım. Çünkü karıştırıcılık hedefliyorlardı. Sokmadım. Gidemediler.

‘Kırgınlık olarak görmemek lazım’

Bunu fiilen mi yaptınız, seyahat etmeleri sizin izninize mi tabiiydi?

Fiilen yaptım. Gidemezsiniz dedim, bitti. Ve ne kadar başarılı olduğumuz da belli sonuç itibariyle. Keşke Türkiye’de bu işleri yapabilmek söylendiği, yazıldığı, çizildiği kadar kolay olabilse. Risk alacaksınız. Karşılığı var. Maalesef var. Biz mücadele ederiz. Çekinmeyiz.

Bakanlıktan ayrıldıktan sonra yaşadığınız süreçle ilgili bir kırgınlığınız var mı?

Ben ilk kez bir görevden ayrılıyor değilim ki. Ben ilçe başkanlığından ayrıldım, aynı şeyi yaşadım. İl başkanlığından ayrıldım, aynı şeyi yaşadım. Genel başkanlıktan ayrıldım, aynı şeyi yaşadım. Genel başkan yardımcılığından ayrıldım, aynı şeyi yaşadım. Siyasetin olağan halleridir bunlar. Öyle görmek lazım. Bir kırgınlık olarak görmemek lazım.

Suça karışmış kişilerle çektirdiği fotoğraflara yanıt: Türkiye’nin yedide biriyle fotoğraf çektirmişim

Bazı suça bulaşmış kişilerin sizinle fotoğrafları çıktı. En son İstanbul’da bir kadın polis memuruna silahlı saldırı düzenleyen zanlıyla fotoğrafınız da sosyal medyada paylaşıldı. Sizinle ilgili fotoğraf konusu oldukça sık gündeme geliyor. Keşke bu kadar fotoğraf vermeseydim dediğiniz oldu mu?

O çocuk 13 yaşında çocukken benimle fotoğraf çekilmiş. Biz siyaset yapıyoruz, özellikle cep telefonları yaygınlaştıktan sonra fotoğraf çektirmek hayatın olağan akışının bir parçası oldu. Ben çok halkın içerisinde İçişleri Bakanlığı yaptım. Çünkü ben siyasetten geliyorum. Hatırlarsınız, Karlov suikastı oldu benim İçişleri Bakanlığı günlerimde. Ben Karlov suikastının yaşandığı olay yerine koşarak gittim. Bakanlıktan oraya koşarak gittim. Ve içeri girdim, daha çatışma sürüyordu. Ben bu işlerden çekinen bir adam değilim ki. Hiç çekinmedim hayatımda. Şimdi eğer bir hukuksuzluk içerisinde olursanız çekinirsiniz.

Ben sadece İçişleri Bakanlığı fotoğraf makinesiyle 2 milyon fotoğraf çektirmişim. Bizim arkadaşlarımızın tahminlerine göre Türkiye’nin yedide biriyle fotoğraf çektirmişim. Bu kadar fotoğraf içerisinde işimi de yapmışım. Yani bana şunu söyleyemezler. Süleyman Soylu fotoğraf çektirdi, iş yapmadı. Bunların içerisinden suça bulaşmış olanlar olabilir. Benimle fotoğraf çekilmeleri onların hukuki süreçlerini engellemiş mi? Başına gelecekleri engellemiş mi? Bunun üzerinden spekülasyon üretmek elbette ki özellikle siyasetçilerin kendi ayaklarına sıkması anlamına gelir. Benim öteki dünyama katkıda bulunuyorlar. Allah razı olsun demek lazım.

‘Baronlara vatandaşlık verildiği büyük bir iftira’

Bakanlığınız döneminde artışa geçen yabancılara çeşitli yatırımlar karşılığında vatandaşlık verilmesi konusu var. Bazı uluslararası suç örgütü liderlerinin de bu yolu kullanarak Türk pasaportu aldığı ortaya çıktı. Burada bir zafiyet yok mu, yeterli araştırma yapılmıyor muydu?

Uyuşturucu baronlarına vatandaşlık verildiği iddiası büyük bir iftiradır. Sadece bana değil, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve ilgili kurumların tamamına büyük bir iftiradır. Bu süreç, Türkiye’nin vatandaşlık vermeyi yatırım, istihdam, gayrimenkul ve menkul ve nakit değerler üzerinden değerlendirme kararı aldığı günden itibaren başladı. Suç ve suça bulaşmış hatta davası soruşturma ve kovuşturma aşamasında olan hiç kimse kanunumuza göre vatandaş olamaz. Bunların hepsi manipülasyon. Hatta bu suçlara vatandaşlık aldıktan sonra bulaşırsa da vatandaşlık elinden alınabilir. Hiçbir uluslararası suçlu vatandaş olamaz.

Bunun örnekleri var, yapılan operasyonlar var…

Kaç tane var sayacaksınız yukarıdan aşağıya. Hiçbir kırmızı bültenli vatandaş olamaz. Diyorsunuz ki örnekleri var. Hiçbir suçlu vatandaş olamaz. Hiçbir suça bulaşmış kimse vatandaş olamaz. Hiçbir kırmızı bültenli vatandaş olamaz. Türkiye içerisinde soruşturması ve kovuşturması bulunan hiç kimse vatandaş olamaz. Başvuranları Türkiye’deki tüm istihbarat teşkilatları yerel olarak araştırırlar. Peki ne olmuştur? Vatandaşlık için müracaat etmiştir.

’15 milyar dolar getirisi oldu doğru bir politika’

Haberlerin bir çoğunda da, ikamet izni ile vatandaşlık birbirine bilerek karıştırılıyor. Müraacatı kabul edilmiştir daha sonra da kırmızı bülten çıkarılmıştır hakkında. Sisteminize düştüğü andan itibaren iptal edilir vatandaşlığı. Şunu da söyleyeyim. Kırmızı bülten kararı olanlar hakkında bizim sistemimize uyarı düşmüyordu. Bunu da biz entegre ettik sistemimize. Başka bir şey daha yaptık. Tüm uluslararası mafya gruplarının üyelerinin fotoğraflarını, havalimanlarına, sınır kapılarına yükledik. Sahte pasaportla girmeye çalışırlarsa tespit edilebilsinler diye…

Bu politikanın Türkiye’ye ne getirisi oldu?

Sanıyorum 40 bin civarında bir başvuru oldu. Bu da yaklaşık 15 milyar dolarlık bir yatırım demek. Artı bunun yanında bir de istihdam var. Bu uygulama dünyada birçok ülkede var. Türkiye de bununla ilgili bir adım attı. Bu bir devlet politikasıydı ve bu devlet politikasında uygulanması gerekiyordu. Ben de bu devlet politikasının doğru olduğunu düşünenlerdenim.

‘Milletim, devletim, partim için görevimi yaptım’

Şu anda TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı’sınız ve İstanbul Milletvekili’siniz. Siyasi hayatınızda yeni bir hedefiniz var mı? Gelecek planınız nedir?

Siyaset bir amaç değildir. Milletimize, ülkemize, değerlerimize, insanlığa bir hizmet yoludur. Siyaset böyle bir yoldur. Siyasetin esiri olmamak lazım. Ben 13 yıldır cumhurbaşkanımıza yakın çalıştım. Hakikaten çok riskli dönemlerin içerisinde çalıştık. Bir faninin yaşayabileceği bir çok şeyi üst üste yaşadım. Allah’a şükürler olsun, birçok onur da yaşadım. Ben ülkem için, milletim için, devletim için, partim için, bu ülke için görevimi yaptığımı düşünüyorum. Ve sadık bir şekilde de çok çalıştım. Ben her zaman söylerim. Allah bilir ve görür. Allah biliyor ve görüyor. Benim rehberim hep Allah’ın bilmesi ve görmesi oldu. Tayyip Erdoğan benim liderimdir. Siyasi hayatımı da bu gerçeklikle tamamlayacağım. Parti kurma gibi iddialar var. Bizde 3 dönem kuralı vardır. Ben 4 dönemdir milletvekiliyim. Milletvekilliğimi tamamladıktan sonra tecrübeme danışılırsa sadece danışılması kaydıyla şerefle memleketimize, davamıza, fikrimle ve tecrübelerimle katkıda bulunurum. Tayyip Erdoğan siyaseti bıraktığı gün aktif siyaseti ben de bırakacağım. Ondan sonra da danışma olur, tecrübelerden istifade olur, fikir olur. Bunların hepsi bizim için ayrı bir onur vesilesidir. 28. dönem milletvekilliğinden sonraki tavrım ancak partim bana bir şey danışırsa kendi görevimi yerine getiririm.

Çocuklarına vasiyeti: siyasete girerseniz hakkım size helal değil

Burada bir parantez Devlet Bahçeli’yi açmam lazım. Görev yaptığım sürede bana sahip çıkmıştır her konuda. Ömrüm boyunca onun desteğini unutamam. Bundan 5 yıl önce çocuklarıma bir şey söyledim. Olur da bana bir şey olur, soyadımız üzerinden size siyaset teklif ederler. İkiniz de siyasete girerseniz hakkım size helal değildir. Bu benim şahsi durumuma özel bir şeydir. Ben gençlerin siyaset yapmasını isterim. Şunu da söyleyeyim; ben Tayyip Erdoğan’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını arzu edenlerdenim. Gelecek Türkiye’sinin sağlam zeminlere oturtulabilmesi için bu tecrübeye, bu bilgiye, bu bilgeliğe ve bu akla Türkiye’nin ihtiyacı var. Türkiye’nin zamana ihtiyacı var, 6-8 yıllık bir süreç gerekiyor. Cumhur İttifakı’nın bu birlikteliğiyle devam etmesi gerekir.

‘Ahmak davasının tarafı değilim’

Sizin de dolaylı olarak içinde olduğunuz bir dava var. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak getirilmesiyle sonuçlanabilecek bir dava. Siyasi yasak konusuna nasıl bakıyorsunuz?

Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştur. Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuş diye Cumhurbaşkanı olmuş değildir. Tayyip Erdoğan, İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda milletin ona verdiği emanete doğru davrandığı ve doğru işler yaptığı için millet onu takdir etmiştir. Aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın bir fikri vardır. millete ait, ülkeye ait, devlete ait, dünyaya ait bir fikri vardır. Aynı zamanda bir hizmeti vardır. Onun için cumhurbaşkanı olmuştur.

Erdoğan hakkında da bir siyasi yasak süreci vardı ve  ‘Muhtar bile olamaz’ denilmişti…

O da bir spekülasyondu. 28 Şubat süreci sonrası oluşturulan siyasetin doğasının dışında geliştirilen bir spekülasyondu. Yemedi demek ki. Olmadı. Gerçek olsaydı söyledikleri olurdu. Ama gerçek değil demek ki. Neden? Tayyip Erdoğan’ın bir fikri var, bir dünya görüşü var ve bir hizmet anlayışı var. Ve bu toplumda karşılık buldu. Şimdi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi çok önemli bir postu, millet size hak görüyor. İstanbul’da yapılacak çok hizmet var.

Ama ahmak davasına gelince… Ben Türkiye’nin Avrupa’ya şikayet edilmesinin doğru olmadığını söyledim. Bunu bugün de söylüyorum. Tarih 4 Kasım 2019. Bana bir yanıt veriliyor. Seçimlerin iptali ile ilgili konuşuluyor. Ki, o kararı ben vermedim, YSK verdi. Aslında anlıyorum ki benim söylediğim söz zihninde oturmuş başka bir tarafa döndürülmüş. Bunun üzerine YSK bir suç duyurusunda bulunuyor. Bakın size bir belge, 2020 yılının haziran ayında, Ekrem İmamoğlu, avukatı aracılığıyla mahkemeye bir dilekçe gönderiyor. Diyor ki, Yüksek Seçim Kurulu ve üyeleri yahut başka bir somut kişi hedeflenmemiştir. Hakaret kastı bulunmayan ve somut olarak bir kimseye yöneltilmemiş siyasi bir söylem herhangi bir suçun unsurlarını barındırmamaktadır. Daha sonra da 30 ay sonra yargılandığı davanın duruşmasında yaptığı ilk savunmasında ben bunu Süleyman Soylu’ya söyledim diyor. Benim söyleyeceğim bu kadar. Ben olayın bir tarafı değilim. Ben sadece Türkiye’nin şikayet edilmesine bir itirazımı dile getirdim.

‘Özgür Özel CHP siyasetinde küçük bir parantez’

2004 yılında Avrupa Birliği müzakerelerinin tıkandığı bir noktada Tayyip Erdoğan, ‘Uçağı hazırlayın dönüyoruz’ dedi. Deniz Baykal da o dönem çıktı ve ‘Biz sayın Başbakan’ın sonuna kadar yanındayız. Bu durumu siyasi polemik konusu yapmayacağız’ dedi. Bu milli bir duruştur.

Özgür Özel’in de ‘İçeride başka, dışarıda başka’ diye adlandırılabilecek bir tutumu olduğu söyleniyor. Bir benzerlik kuruyor musunuz Deniz Baykal’la?

Ben Özgür Özel’i CHP siyasetinde bir parantez olarak görüyorum. Küçük bir parantez.

Exit mobile version