Haftanın Kitapları

IMG_1400

Biyografiden öyküye, araştırmadan romana, anıdan şiire bu hafta da pek çok kitap okurla buluştu. İşte yeni çıkan kitaplar arasından sizin için seçtiklerimiz… Keyifli okumalar…

HALİFE ABDÜLMECİD EFENDİ-HATIRALAR
(Murat Bardakçı)

Sultan Abdülâziz’in on üç çocuğunun yedincisi olan Abdülmecid Efendi 1 Haziran 1868’de Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu, Büyük Millet Meclisi tarafından 19 Kasım 1922’de hilâfete getirildi, hilâfetin 3 Mart 1924’te kaldırılması üzerine ailesiyle beraber Türkiye sınırları dışına çıkartıldı, yirmi yıl boyunca sürgünde yaşadı ve 23 Ağustos 1944’te Paris’te vefat etti. Son Halife hâtıralarını yazmaya Fransa’da, 1927 Ocak’ında başladı ve hâtıraları vefatının ardından kızı Dürrüşehvar Sultan’a intikal etti. Dürrüşehvar Sultan’ın küçük oğlu ve Abdülmecid Efendi’nin de torunu olan Prens Keramet Jah, 1980’lerde hâtıraların ilk yüz sahifesinin fotokopisini İstanbul’a getirip Lâtin harflerine nakletmesi için Süleymaniye Kütüphanesi’nin o zamanki müdürü Muammer Ülker’e verdi. Ancak, Ülker’in vefatı üzerine metnin yeni harflere nakli tamamlanamadı ve fotokopiler, Süleymaniye Kütüphanesi’nde unutuldu. Turkuvaz Kitap’tan çıkan kitapta Abdülmecid Efendi, yeni harflere tekrar çevirdiğim hâtıralarının bu bölümünde babası Sultan Abdülâziz’i darbecilerin katlettiğini söylüyor, İkinci Abdülhamid’den pek telâffuz edilmemiş şekilde bahsediyor ve başka kaynaklarda geçmeyen önemli bilgiler veriyor.

KENDİNE AİT BİR FİLM
(Kürşat Saygılı)

Kendine Ait Bir Film, Türk sinemasında bağımsızlık fikrini; estetikten üretim ilişkilerine, festival sisteminden seyirci psikolojisine kadar çok katmanlı bir çerçevede ele alıyor. TK Yayınları’ndan çıkan kitapta Kürşat Saygılı, sinemayı sadece bir anlatım biçimi değil, aynı zamanda bir zihinsel mücadele alanı olarak okuyor. Film festivallerinin “bağımsızlık” iddiasını, kültürel endüstrilerin görünmeyen tahakkümünü, yönetmenin özgürlüğü ile piyasa arasındaki çelişkiyi ve seyircinin edilgenliğini mercek altına alıyor. Modernizmin izini süren, postmodernizmi sorgulayan Saygılı; sinemanın artık yalnızca görsel değil politik, etik ve kültürel bir mesele olduğunu hatırlatıyor. Kendine Ait Bir Film, yalnızca bir sinema kuramı çalışması değil aynı zamanda modern Türk sinemasının estetik-politik damarını, bağımsızlık arayışlarını ve kültürel hegemonya ile olan ilişkisini cesurca sorgulayan derinlikli bir analiz. Eser, Kieslowski’den Tarkovski’ye, Derviş Zaim’den Kemal Sunal’a uzanan zengin bir izlek eşliğinde okuyucuyu düşünmeye sevk ederken; “Bağımsız bir film mümkün mü?” sorusunu sadece teknik ya da ekonomik değil etik, kültürel ve felsefi düzeyde irdeliyor.

SEN DİYE BİRİ
(Selim İleri)

Cüneyt Arkın ünlü bir sinema oyuncusu, Selim İleri düşlerinin peşinde, genç bir öykücü. Atıf Yılmaz’ın filminde çarpışırlar. “Neden yalnız oturuyorsunuz?” Serüvenli bir arkadaşlık başlar, sonra araya uzun “yaşam sarartısı” girer. Elli yıl sonra Cüneyt Arkın televizyondan seslenir: “Selim’i arıyorum.” Bu çağrı Selim İleri’ye ulaşır ulaşmaz uzun yıllar küskünlüğe ve unutuşa bırakılmış bir arkadaşlığın kıvılcımı ikinci kez ateşlenir. Selim İleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Sen Diye Biri’ne roman yerine “sayıklamalar” demek istedi. Keskin, acımsı, acımasız içe bakışlar ve yinelemelerle gelen sayıklamalar, Selim’i ve Cüneyt’i buluşturan Günahsızlar filminin çekimlerine, 1971’e uzanıyor. Parlayan iki yıldızın giderek birbirlerine yakınlaşmaları, bu yakınlaşmaya harç olan edebiyat, sinema ve İstanbul mekânları ustalıkla yerlerini alıyor Sen Diye Biri’nde. Selim İleri bu eseriyle okurlarına veda ederken son bir kez daha hatırlıyor/hatırlatıyor insanlarını.

KUTSAL GEYİĞİ VURMAK
(Louise Erdrich)

2021 yılında kucakladığı Pulitzer’le birlikte sayısız prestijli ödülün sahibi Louise Erdrich’in ilham verici eseri, kayıp, adalet ve kırgın kalplerin doğası üzerine çok güçlü bir anlatı. Kafka Kitap’tan çıkan eserde Erdich, Amerikan yerli kültürünün eski köklerine dayanan bir kefaret eylemini unutulmaz anlatımıyla ölümsüzleştiriyor… 1999 yılının yaz sonu, Kuzey Dakota… Landreaux Iron, kendi arazisinin sınırındaki bir geyiği avlamak üzere takiptedir. Sonunda uygun anı bulup kendinden emin bir şekilde tetiğe bastığındaysa gördüğü şey, geyiğin kaçışı ve kurşunun bulanık bir görüntüyle buluşması olur. Şaşkınlık ve panikle neyi vurduğunu anlamak için hedefe yaklaştığında komşusunun beş yaşındaki oğlu Dusty Ravich’i öldürdüğünü anlar… Alkolizmin elinden yeni kurtulan ve yaptığı hatayla dehşete düşen Landreaux’yu, üyesi olduğu Ojibwa kabilesinin geleneklerine uygun bir bedel beklemektedir şimdi: Kendi oğlu LaRose’u, oğullarını katlettiği ebeveynlere vermek. Ne var ki iki aileye pay edilen acı ve sarsıntı, bunlarla sınırlı kalmayacaktır…

AŞK BİR HASTALIK MI?
(Yankı Yazgan)

Yankı Yazgan’ın yazılarından ve çizimlerinden oluşan “Aşk Bir Hastalık mı?”, gözden geçirilmiş ve yenilenmiş baskısıyla İnkılap Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini alıyor. Aşk gerçekten bir hastalık mı? Eğer öyleyse, aşısı var mı? Tedavisi mümkün mü? Peki, aşktan iyileşmek isteyen olur mu? Kimi zaman bir fincan kahveden, kimi zaman İstanbul sokaklarından, kimi zaman da insan zihninin oyunlarından yola çıkan Yankı Yazgan; aşkı, zamanı, belleği, mutluluğu ve daha birçok şeyi sorguluyor. Cevapları dayatmayan, sorulardan beslenen bu metinler, okura düşünmenin ve şaşırmanın tadını yeniden hatırlatıyor. Kitap yanıt aramaktan çok yeni sorular üretmeyi seven, gündelik hayatın küçük ayrıntılarından evrensel meraklara uzanan eğlenceli ve düşündürücü bir yolculuğa davet ediyor. Okura kesinlik değil merak, netlik değil çoğul düşünme alışkanlığı kazandırıyor. Kafa karışıklığını bir kusur değil, hayatı tatlı tatlı yaşamanın yolu olarak sunuyor.

BEYAZ PERDEYE YANSIYAN ZİHİN

VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY), Mustafa Bilici’nin editörlüğünde “Beyaz Perdeye Yansıyan Zihin” adlı eseri okurlarla buluşturuyor. Kitap alanında uzman psikiyatrist, psikolog ve akademisyenleri bir araya getirerek sinemanın terapide kullanılmasından ruhsal bozuklukların perdedeki temsillerine, psikanalitik ve fenomenolojik film okumalarından yönetmen sinemasındaki psikolojik derinliğe kadar pek çok farklı tema ekseninde sinema ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi inceliyor. otizm, narsisizm, dissosiyatif bozukluklar ve antisosyal kişilik gibi psikiyatrik olguların sinemadaki izlerini sürerken, Stanley Kubrick’ten Ingmar Bergman’a, Tarkovski’den Yavuz Turgul’a uzanan bir seçki üzerinden filmlerin bilinci ve “öteki”yi nasıl inşa ettiğini gözler önüne seriyor.

GÖL KIYISINDA LEYLA
(Demet Cengiz)

Türk edebiyatının özgün kalemi Demet Cengiz, üçüncü romanı Göl Kıyısında Leylâ ile Su Üçlemesi’ni tamamlıyor. Türk edebiyatının duayen isimlerinden ünlü şair, yazar, çevirmen Özdemir İnce’nin editörlüğünü üstlendiği,İnkılâp Kitabevi’nden çıkan kitap yeraltı edebiyatından izler taşıyor. İstanbul’un arka sokaklarında geçen roman, okurları elinden tutup bir geneleve götürüyor. İnsanın insan kalmakta zorlandığı, perdelerin sıkı sıkıya kapatıldığı, pencerelerin demir parmaklıklarla örüldüğü, kadınların sadece bedenlerinin değil ruhlarının ve hayâllerinin de satıldığı gün ışığının yasak olduğu bir geneleve… Göl Kıyısında Leylâ romanı çürümüş bir düzenin içinde adı, kimliği ve bir hayatı olmayan kadınların çektiği acıları; maruz kaldığı işgali, şiddeti, sömürüyü, yok sayılmayı, yoksulluğu zarif bir dille anlatıyor.

SAHİP OLMAK VE VAR OLMAK
(Dimitri Verhulst)

Sivri dili, kara mizahı ve müdanasız tarzıyla modern Avrupa edebiyatının 21. yüzyıldaki en haylaz isimlerinden Dimitri Verhulst, ince gördüklerini kimi zaman okurunu şoke etmek, hatta incitmek pahasına gediğine oturtuyor. Belçika’dan pek beklenmeyecek tarzda, zamane insanının kaygılarıyla matrağını geçerken, Avrupa’daki toplum tahayyülünün sınırlarını gösteriyor. Sıradan bir Avrupalı, orta yaşı geçmiş bir adam Malodot, gözünü açtığında kendini bir rehabilitasyon merkezinde bulur. Kanıksadığı hayatında eşiyle birlikte arkadaşlarının yanına gittiğini umarken, şimdi iki ranzalı bir odada üç farklı oda arkadaşıyla ve merkezin binlerce binasındaki milyonlarca insanla birlikte sıkı bir tedaviye başlayacaktır: Yaşam bağımlılığından kurtulması gerektiği söylenir, ölüm bunu gerektirir denir. Danışmanların gözetiminde, kimi zaman grup terapisinde, kimi zaman kişisel programlarla yaşam bağımlılığını yenebilirse nihayete erecek, olmadığı takdirde her şey yeni baştan başlayacak… ‘Sahip Olmak ve Var Olmak’ İthaki Yayınları’ndan çıktı…


HAMAM BÖCEĞİNE DOKUNMAK
(Matthew Maxwell)

Hayat bazen küçük bir böcek kadar beklenmedik, bazen de kucağımıza düşen bir hamamböceği kadar rahatsız edici olabilir. Kaçmak mı gerekir, dokunmak mı? Matthew Maxwell, tüm dünyada büyük ilgi gören Hamamböceğine Dokunmak: Özgür Olduğunu Henüz Bilmeyenler İçin Bir Kitap’ta, en basit görünen anların bile derin birer yaşam dersine dönüşebileceğini gösteriyor. Hayatın rahatsız edici, çirkin ya da korkutucu görünen yanlarına nasıl yaklaşabileceğimizi öğretiyor. Minimalist metinleri ve etkileyici illüstrasyonlarıyla bir hamamböceğine dokunma hikayesinden yola çıkarak kabullenme, özgürlük, bakış açısı ve yaşamın kaçınılmaz zorlukları üzerine felsefi bir yolculuğa çıkarıyor… Okuyan Us Yayınları’ndan çıkan Hamamböceğine Dokunmak, minimalizmin gücünü, hikaye anlatıcılığının büyüsünü ve ruhu besleyen derinlikli felsefeyi bir araya getiriyor. Hayata karşı tutumunuzu sorgulatan, okuması kolay ama etkisi uzun süren bir kitap arıyorsanız, tam size göre…

AİLE
(Sera Mesa)

Sabit fikirli, otoriter ve arkaik ilkelerle dolup taşan bir baba, onun otoritesine boyun eğmekle mükellef bir anne ve dört çocuğun; ne kadar uzak durmaya çalışırsak çalışalım kendimizi hep içinde bulduğumuz o ilişkiler krizinin ortasında boy veren Aile’de, elbette babanın sesi en yüksek perdeden yankılanıyor: Bu ailede sır olmaz! Oysa tam aksine, her mutsuz aileninki gibi sırlar ve utançlar, yalanlar ve sessizlikler, kaygılar ve kaçış planlarıyla bezeli bir sofraya davetliyiz; başka bir deyişle mutsuzluk üreten mutsuz otoritenin beyhudeliğine. İspanyol edebiyatının parlayan yıldızı Sara Mesa, Sel Yayıncılık’tan çıkan kitapta soğukkanlılıkla kullandığı büyüleyici neşteriyle kişisel bağları ve krizleri derinlemesine inceleyip şiddetin ve kontrol arzusunun gündelik yansımalarını görünür kılmak üzere bir cerrah titizliğiyle kurgusal evrenler yaratıyor. Önceki romanı Bir Aşk’ta da şahit olduğumuz gibi, duygusal kopuşları ve yaraları korkusuzca masaya yatırırken, hem aşina olduğumuz hem de arkamıza bakmadan kaçmak istediğimiz çatışmalarla mesafeyi koruyor.

Exit mobile version